Alt Başlık: Sürdürülebilir Yaşam Tarzı ile Ticari Kazanç Arasındaki Gerilim ve Yeni Bir Etik Model Arayışı
Dünyanın ekolojik sınırlarını çoktan aştık. İklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin çöküşü, toprak kaybı ve plastik kirliliği gibi göstergeler, artık sadece çevre örgütlerinin konusu değil; her sektörden insanın, her karar vericinin ve her tüketicinin acil gündemi haline geldi. Bu bağlamda ortaya kritik bir soru çıkıyor: Sürdürülebilir yaşam tarzı ile ticari kazanç birbirine zıt mı, yoksa birlikte var olabilir mi?
Bugün birçok marka, “yeşil”, “eko”, “doğa dostu” gibi etiketlerle ürünlerini pazarlıyor. Ancak bunların ne kadarı gerçek bir dönüşüm, ne kadarı yeşil badana (greenwashing)? Bu noktada önemli olan sadece sürdürülebilir ürün üretmek değil, sürdürülebilirlik ilkelerini işletme modelinin temeline yerleştirmek.
Kâr amacı güden bir şirketin sürdürülebilirlik iddiası, eğer yalnızca pazar payını büyütmek ya da cezbedici bir imaj yaratmak üzerine kuruluysa, bu hem doğaya hem de topluma ihanet anlamına gelir. Ancak kazanç sağlamak mutlak olarak kötü değildir; mesele, kazancın ne için ve nasıl kullanıldığıdır.
B Corp gibi sertifikasyon sistemleri, şirketlerin sadece kâr değil, toplumsal ve çevresel etkiyi de ölçerek başarıya ulaşmasını amaçlar. İşte burada yeni bir felsefi zemin oluşuyor:
“Ticari kazanç, yalnızca sürdürülebilir çözümler üretildiği sürece meşrudur.”
Bu yaklaşım, klasik kapitalist sistemin “maksimum kâr” hedefinin yerine, “maksimum fayda” ve “adil dönüşüm” ilkelerini koyar. Kazanç elde edilir, ama bu kazanç:
Adil ücret politikaları için,
Geri dönüştürülebilir ürün döngüleri kurmak için,
Yerel üreticileri desteklemek için,
Ekolojik restorasyon projelerine kaynak sağlamak için kullanılır.
Bu modelde para, amaç değil araçtır. Ve bu araç, doğru yönetildiğinde gezegeni koruyan bir kaldıraç haline gelir.
İklim adaleti için çalışan sivil toplum kuruluşları, sosyal girişimler, kooperatifler ya da bilinçli markalar… Hepsi aynı denklemin içinde: bir yandan sistemin içinde kalıp ayakta durmak, diğer yandan sistemi dönüştürmeye çalışmak.
Burada felsefi gerilim şudur:
Sistemin içinden sistemi dönüştürmek mümkün müdür?
Cevap net: Evet, ama ödünsüz bir etik pusula ile.
Bu dönüşümün samimiyeti şu kriterlerle ölçülebilir:
Tüketiciyi tükettirmeye değil bilinçlendirmeye yönlendirmek.
Büyümeyi her koşulda hedeflememek, “yeterlilik” fikrine alan açmak.
Her kazancı, daha fazla sorumluluğa dönüştürmek.
Artık eski soruları sormayı bırakıp yeni sorular sormanın zamanı geldi. “Kâr mı doğa mı?” sorusunun yerine “Kâr nasıl doğayla uyumlu hale gelir?” sorusunu koymalıyız.
Bu çağda gerçek başarı, sermayeyi ne kadar büyüttüğünüzle değil; yaşanabilir bir gelecek için ne kadar etkili kullandığınızla ölçülmeli.
İklim krizine karşı çalışan tüm yapıların kendine sorması gereken temel soru budur:
“Kazancım bu gezegenin yükünü hafifletiyor mu, yoksa arttırıyor mu?”
Cevap “hafifletiyor” ise, işte orada gerçek sürdürülebilirlik başlar.
https://x.com/DohrnovaTurrina
https://www.instagram.com/dohrnovaturrina/
https://www.linkedin.com/company/dohrnovaturrina/
https://www.youtube.com/@dohrnovaturrina